Pink Floyd 70’lerde başlayan o değişim sürecinin tam ortasında doğan bir grup. Var olan sisteme ve aldatıcı düzene karşı agresif ama bir o kadar da gerçekçi bakan ve döneminde imkansızı başarmış bir topluluk.
David Gilmour: David Gilmour 6 Mart 1948’da Grantchester’da doğdu. Babası bir genetik doktoruydu,annesinin tüm ilgi alanı ise gitar çalmaya uğraşan oğluydu. O yıllarda okul Barret gibi Gilmour’u da sıkıyordu. Barret’dan çok daha iyi bir gitarist olan Gilmour ona ilk gitar dersini veren kişidir. Gilmour’un gitara karşı olağanüstü bir yeteneği vardı, ama Syd’in de inanılmaz dehası. Bu ikili zamanla halef selef oldular ve birçok eleştirmen tarafından birbirleriyle karşılaştırıldılar.Dave bir ara erkek modellik yaptı. Syd ilk bestelerini yapmaya başladığında Dave, Joker’sWild isimli bir grupta çalıyordu, bu grupla birlikte Fransa’da bir yıl kaldı, sonra İngiltere’ye döndü, grup dağılmıştı ve o beş parasızdı. Uzun zamandan beri Syd’i görmemişti, diğerlerini ise hiç tanımıyordu, Pink Floyd bu arada epey yol almıştı ve Syd artık gruptan kopuyordu, böylece Dave, Pink Floyd’un beşinci elemanı olarak gruba katıldı.
Roger Waters: George Roger Waters 9 Eylül 1944’te Cambridge’te doğdu. John ve Duncan isimli iki kardeşi var. O da Syd gibi Cambridge Erkek Lisesi’ne gitti. 60’ların başında Nükleer Silahsızlanma kampanyasında ilk defa seyirci karşısına çıktı. Bir müzisyen olmaya karar verdiğini bakın nasıl anlatıyor: “Regent Street Politeknik’te mimari okuyordum, sanırım orada ciddi olmayan birkaç grup deneyimimiz olmuştu ama hiçbir yerde çalamadık. Bir çok ismimiz oldu en sevdiğimiz ise Megadeths idi. Sadece oturup kazanacağımız parayla neler yapabileceğimizi konuşurduk. Bursumuzun önemli bir kısmını bir İspanyol gitar almak için harcadım ve ders almak için kursa gittim. Okulda enstrümanlarıyla gelip bir şeyler çalanların takıldığı bir oda mutlaka bulunurdu, şimdi düşününce sanırım gitarımı daha önce almıştım,
çünkü Shany Toen isimli şarkıyı öğrendiğimi anımsıyorum.
Okulda öğrendiklerimizle kesinlikle ilgilenmiyordum. Zaten aldığımız bütün bursu da aletlere yatırıyorduk.Grubun en çok okuyan üyesi Waters’tı. Bütün yapıtlarında Blues’un yoğun etkisi vardı.Ayrıca Barret sonrası yapıtlarda Waters’ın hemen tüm hayatını izleyebiliriz.
Aslında o hiçbir zaman bunu itiraf etmedi ama “The Wall”un oyun ve Syd’in hayatından bölümler olduğu kesin. Waters babasını İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetti ve uzun yıllar ona hem anne hem baba olan annesinin yoğun baskısı üzerinde hissetti. Elbette Water’da Syd ve diğerleri gibi uyuşturucu kullanıyordu ama bunu asla aşırıya vardırmadı.Waters ilk zamanlar gitarını bile akord edemezdi ama zamanla gösterdiği gelişimle grubun beyni olmayı başardı. Gruptan ayrıldıktan sonra çıkarttığı albümler onun üstün müzikal yeteneğini ortaya koydu.
Richard Wright: Richard (Rick) William Wright; 28 Temmuz 1945’de Londra’da doğdu. O da Waters gibi Regent Street Politeknik’e gitti. Wright, Waters ve Nick Mason okulda tanıştılar. 6 ay sonraaralarına Syd’i de alarak bir grup kurdular. Wright okuldan önce piyano, harmonium, harpiscord ve cello çalmayı öğrenmişti, Politeknikte ise mimari ve müzik bölümlerinde okumaya başladı. Okulda elektronikle ve elektronik kompozisyonlarla ilgilendi. Özellikle öğretmeni Stockahausen’in yazdıklarıyla. Bu eğitim ve onun yeteneği daha sonraki yıllarda oluşacak. Pink Floyd soundunun ortaya çıkmasında önemli katkılarda bulundu.
Nick Mason: Nicholas (Nick) Berkeley Mason, 27 Ocak 1945’da Birmingham’da doğdu. Bill ve Sally Mason’un Sarah, Melanie ve Serena’yla birlikte 4 çocuğundan biridir.Ailesi varlıklıydı. Londra’nın en zengin mahallelerinden Hampstead’te büyüdü, pahalı bir özel okulda okudu. Küçük yaşlarda piyano, keman ve davul çalmayı öğrendi, sonunda o da
Politeknik’e geldi ve diğer çocuklarla tanıştı. Rick ile birlikte bir daire tuttu ama sonra yeniden ailesinin yanına döndü. Ve o daireye Syd ile Waters yerleştiler. Ufo klüpteki başarılardan sonra okulu bir yıl bırakmaya karar verdi. 1969’daki bir röportajda şöyle diyor: “Yıldız olma fikri çok hoşuma gitmişti, müzikten başka bir şey beni ilgilendirmiyordu. Seyredebildiğim kadar çok grup seyrediyordum ve pop müziğin nasıl gerçekleştirileceği konusu beni meşgul eden tek meseleydi.
Syd Barret: Syd Barret (Roger Keith) 6 Ocak 1946’da Cambridge’te doğdu. 2 ağabeyi ve bir kız kardeşi var. Cambridge erkek lisesinde, aynı lisede okuyan Roger Waters’dan iki sınıf gerideydi. Oldukça konforlu yaşayan bir İngiliz orta sınıf ailesinin çocuğuydu. Syd 12 yaşındayken babası öldü. Her zaman sanat ve müziğe yatkın gözüktü ve erken yaşlarda müzik ve resim eğitimi almaya karar verdi. İlk enstrümanı Ukele’ydi (4 telli Hawai gitarı). Gitar çalmayı da metodlardan ve arkadaşlarından öğrendi. İlk grubunu kurdu (Geof Mott ve Mottoes). Bu grupla partilerde ve evin çevresinde çalıyordu. Sonra Hollering Blues isimli bir grupla birlikte çalmaya başladı. Londra’ya gittiğinde 3 çocukla tanıştı. Dördü daha sonra Pink Floyd oldular.Syd müzik eğitimini Camridge’te David Gilmour ile birlikte yaptı. Teknik okuldan sonra Syd, Londra’ya resim okumaya gitti, orada Roger Waters’la beraber oturmaya başladı. Müzik ve resme ilk ilgi duyduğu andan itibaren Syd, bir yandan içki, sigara ve kadınlara merak saldı. Yakışıklılığı ile okulda dikkat çekiyordu ve o da bunu kullanıp bütün kızlarla birlikte olmak için her yolu deniyordu. Bu arada evi de hafta sonları müzik yapar gibi yapan çocuklarla dolup taşmaya başlamıştı. İşte bu sıralar tüm gençlerin
yaptığı gibi Syd’te uyuşturucu kullanmaya başladı.1964 Sonbaharı’nda okula başlamak üzere Londra’ya geldi ve Waters’la aynı eve yerleşti. Bu evde daha önce oturan Mason ve Wright ise ayrıldılar. Mason zengin ailesinin yanına döndü,
Wright ise evlendi. Mason, Waters, Barret ve Bob Klose birlikte çalmaya başlamışlardı. En büyük destekçileri ev sahipleri Leonard’dı ve bu yüzden gruba Leonard’s Lodgers ismini koydular. Birkaç ay sonra Wright gruba katıldı, grubun beyni tabi ki Syd’di ve hemen hemen bütün parçaları o yazıyordu.
Ama grubun bir solisti yoktu ve Chris Dennis bu grubun
solisti oldu. Syd, Georgialı iki yaşlı blues şarkıcısının isimlerinin baş harflerinden
oluşturulacak ismin, grubun ismi olması konusunda diretiyordu. Bu şarkıcıların isimleri Pink Anderson ve Floyd Council’di. Böylece ortaya çıkan Pink Floyd ismi bir kamyonetin arkasına pembe bir boyayla yazıldı. Pink Floyd’un ilk kadrosunu oluşturan isimler ise Syd Barret (gitar), Roger Waters (bas), Bob Klose (gitar), Nick Mason (davul), Richard Wright (klavye) ve Chris Dennis (vokal) idi. Syd’in soyut resimleri okulda ilgi gördü ama bu seferde okul Syd’i doyurmamaya başladı. 1965’te bir sih tarikatı olan Sant Mant’a girdi, bu sadece bir yaz sürdü ve
Syd uyuşturucuya geri döndü.
PINK FLOYD: Pink Floyd 70’lerde başlayan o değişim sürecinin tam ortasında doğan bir grup. Var olan sisteme ve aldatıcı düzene karşı agresif ama bir o kadar da gerçekçi bakan ve döneminde imkansızı başarmış bir topluluk. Grup o yıllarda gençlerde bir moda haline gelen LSD’nin etkisindeydi. Grubun beyni Syd Barret bu akıma fazlasıyla yakalanmıştı ancak Pink Floyd’un bugünlere kadar gelebilmesinde en önemli etken Syd olmuştur. Hatta o kadar çok uyuşturucunun etkisindeydi ki, bir konserinde 3 saat boyunca gitarıyla aynı akoru bastığı söylenmektedir.
Elbette ki grubun diğer üyeleri de uyuşturucu kullanıyordu ancak Syd kadar değildi.
1969 yılında grup Syd’siz bir şeyler yapabileceğinin farkındaydı. Bütün sözleri ve müzikleri yapan oydu. Ama Syd’in grupta kalması artık grubun yükselişe değil düşüşe geçmesine neden oluyordu. O dönemlerde daha Syd henüz gruptan ayrılmamışken Roger Waters eski bir arkadaşı olan David Gilmour’a beraber çalmayı teklif etti. Gilmour’un o zamanlar çaldığı başka bir grubu vardı ancak Pink Floyd’un yükselişini de uzaktan takip ediyordu. Bu teklife olumlu yanıt verdi.
Grup Syd’siz yaptıkları ilk çalışma olan A Saucerful of Secrets albümünü çıkardı. Albüm’de yer alan Set the Controls for Heart of the Sun isimli şarkı bugün hala zihinlerde. David Albüm kapağı için şunları söylüyor: “Roger ve Nick albüm kapağını herhangi bir müzikal formda yapmaktansa mimari bir diagram oluşturmayı düşündüklerini anımsıyorum.
Kapak müziğin güzelliğinden değil de duygulardan oluşan bir öyküyle ortaya çıkacaktı. Böyle de oldu. Yıllar sonra bize hala kapağın kendilerinde uyandırdığı duyguları yazan insanların gönderdiği mektuplar geliyor. Grup bu dönemden sonra çok hızlı bir yükselişe geçti. 1969 yılında Ummagumma, 1970 yılında Atom Heart Mother, 1971 yılında Meddle, 1972 yılında Obscured by Clouds, 1973 yılında Dark Side of the Moon albümünü çıkardı. Albüm inanılması zor bir başarı kazandı ve tam 30 milyon orjinal kopya sattı. Bu gerçekten ulaşılması zor bir rakamdı. Britanya’da her 5 evden birinde bu albümün olduğu bilinmektedir.
1975 yılında Wish You Were Here, 1976’da Animals, 1978’de ise The Wall albümünü çıkardı. Wall için bir dönemin sonu diyebiliriz.
Syd sonrası Floyd’taki iktidar savaşı grubu sonunda bu noktaya getirdi. Zamanla Roger, Pink Floyd’u tek bir adamın grubu gibi görmeye başladı. David’in gerçek bir müzik dehası, Roger’ın ise gerçek bir söz yazma yeteneği vardı. Ama bunu hiçbir zaman ortak bir potada eritmeye çalışmadılar. 1983’te Final Cut çıktı. Bu albüm Waters’ın Pink Floyd adı altında yaptığı son albümdür. Aslında buna bir Waters solo albümü demek yanlış olmaz çünkü Gilmour’un etkisi çok az görülüyor. Bu albümün ardından Waters gruptan ayrılır ve Pink Floyd’a açtığı davalar sonucunda Pink Floyd’un isim hakkı hariç diğer grup elemanlarının elinden Floyd’a dair herşeyi alır ve kendi yolunda
ilerlemeye başlar. Waters’sız ilk albüm A Momentary Lapse of Reason 1987 yılında çıkar. David bu albümde herşeyi üstlenmiştir. Wright, bu albümde maaşlı bir eleman sıfatında klavyesini çalmıştır. Çünkü Waters onu manevi yönden çalamayacağı düşüncesine itmiştir. Bu albümde büyük başarı sağlar ama Floyd soundundan az da olsa uzaktır.
Ve son albümleri The Division Bell 94’te çıktı. İşte bu albüm belkide Meddle’dan sonra en güçlü müzikal sounda sahip albüm. Wright’ın tekrar gruba dönmesi ve Gilmour’un üstün kişiliği grubu eski haline getirmiştir. Aynı dönemde Roger Waters’ın beklenen solo çalışması Amused to Death bir milyon satışa ulaşırken The Division Bell 15 milyon’dan fazla satışıyla başarılarının üzerine başarı eklemiştir.
Şüphesiz Pink Floyd’un etkisi çok uzun yıllar sürecek. Ama şu bir gerçek ki, Ayın Karanlık Yüzü’nde aydınlığa ulaşmak hiçte kolay olmayacak.